Yahya Kemal’in Edebiyat Mirası

Beşir Ayvazoğlu, Yahya Kemal'in eserlerinin kimlik krizi ve İstanbul'la kurduğu bağı vurguladı.

Yazar Beşir Ayvazoğlu, Yahya Kemal’e ilişkin, “Bugün mesela Abdülhak Hamid’i, Cenab Şahabeddin’i, Ahmet Haşim’i vb. değil de Yahya Kemal’i tartışıyorsak bu, onun yaklaşık 200 yıldır yaşadığımız kimlik krizi hakkında doğru sorular sormuş, daha da önemlisi, söz konusu sorulara doğru cevaplar vererek, son derece kritik bir dönemde önemli bir misyon üstlenmesindendir.” dedi.

“Yahya Kemal: Eve Dönen Adam”, “Kemal: Vatan Şairinin Cumhuriyetle İmtihanı”, “Bozgunda Fetih Rüyası” ve “Aşk Estetiği” kitaplarına imza atan yazar Ayvazoğlu, Anadolu Ajansının (AA) “Yedi İklim Dört Köşede Türkçenin Serüveni” başlıklı dosya haberleri kapsamında, Türk edebiyatının önemli temsilcilerinden Yahya Kemal’e ilişkin AA muhabirine değerlendirmede bulundu.

Ayvazoğlu, Yahya Kemal’in Türk edebiyat tarihi içinde önemli bir yerde durduğunu, hakkında yapılan araştırmaların da usta şairin Türk düşünce ve edebiyatı için ifade ettiği değerin bir yansıması olduğunu söyledi.

Yahya Kemal’in ortaya koyduğu eserlerin kültürel olarak yadsınamayacak bir bağ işlevi gördüğünü vurgulayan Ayvazoğlu, “Yahya Kemal’in vefatından bu yana 67 yıl geçmesine rağmen, farklı mecralarda Yahya Kemal’le ilgili değerlendirmelere, atıflara, hatıra notlarına ve dedikodulara rastlamak mümkün. Kitap çapında çalışmaların sayısı da hızla artıyor. Bizde Mehmet Akif ve Ahmet Hamdi Tanpınar dışında, hiçbir şair, yazar ve fikir adamı hakkında bu kadar çok kitap yazılmış değildir.” açıklamasını yaptı.

Beşir Ayvazoğlu, Kemal’in Cumhuriyet sonrası ortaya çıkan krizlere dair kritik bir pozisyonda yer aldığına işaret ederek, şunları kaydetti:

“Bugün mesela Abdülhak Hamid’i, Cenab Şahabeddin’i, Ahmet Haşim’i vb. değil de Yahya Kemal’i tartışıyorsak bu, onun yaklaşık 200 yıldır yaşadığımız kimlik krizi hakkında doğru sorular sormuş, daha da önemlisi, söz konusu sorulara doğru cevaplar vererek, son derece kritik bir dönemde önemli bir misyon üstlenmesindendir. Yahya Kemal’in beki de hiç istemeden yüklendiği bu misyon yani Osmanlı tarihi ve kültürüyle Cumhuriyet arasında köprüler kurma misyonu, onu kültürel muhafazakarlar için çok önemli bir isim haline getirmiştir. Yakın dostlarından Nihad Sami Banarlı’nın gayretiyle bütün şiirleri ve nesirleri kitaplaştırıldıktan sonra, onun muhafazakar düşünce ve kültür üzerindeki etkisi daha da arttı.”

“Bugüne kadar hiçbir şair, İstanbul’u onun kadar hissetmiş ve sevmiş değildir”

Ayvazoğlu, usta şairin hem hayatında hem de şiirlerinde İstanbul’un farklı bir yeri olduğunu aktararak, Yahya Kemal’i doğru yorumlamanın yollarının başında onun İstanbul’la girdiği ilişkiyi anlamanın geldiğini ifade etti.

İstanbul üzerine düşünülünce akla ilk gelen isimlerin başında Yahya Kemal’in geldiğinin altını çizen yazar, “Yahya Kemal, İstanbul’la bütünleşmiş bir şairdir. Çağdaşı şairlerden biri onun hakkında, ‘İstanbul’un sekizinci tepesi’ derken hiç de mübalağa etmiyordu. Bugüne kadar hiçbir şair, İstanbul’u onun kadar hissetmiş ve sevmiş değildir. İstanbul’da yaşarken bile İstanbul hasreti çeken Yahya Kemal’in, İstanbul dışına çıktığı zamanlarda nasıl derin bir hasret duygusuyla kıvrandığını tahmin etmek zor değildir. Yahya Kemal’in İstanbul sevgisini tarif etmek için İsmail Hami Danişmend’in ‘Men ta senün yanında dahi hasretem sana’ mısraı kullanılabilir. Gözlerini kapar kapamaz, hülya ve rüyalarında İstanbul’u yaşamaya başlayan, mesela Varşova’da karlı bir kış gecesi kapıldığı derin Slav hüznünden hayalen Emirgan’a kaçarak kurtulan büyük şair, bütün Türk kültürünün, zevkinin, estetiğinin İstanbul’da özetlendiğini, İstanbul’un bir vatan hülasası olduğunu düşünüyordu.’ değerlendirmesinde bulundu.

Beşir Ayvazoğlu, Yahya Kemal’in İstanbul’u vatanla özdeşleştirerek algıladığını vurgulayarak, şu bilgileri verdi:

“Yahya Kemal, birçoklarının zihninde siyasi bir fikir olmaktan öteye geçemeyen vatan kavramının İstanbul toprağında tabiatla bütünleşerek tecessüm ettiğini fark etmişti. Milliyetimiz bu toprağa öylesine sinmişti ki nereye baksa orada bizi görüyordu. İstanbul onun nazarında bir mucize, bu mucizeyi yaratan fetih, daha da büyük bir mucizeydi. İstanbul’da uzun yıllar yaşamış, yaşadıkça tanıyıp sevdiği semtleri zamanın derinliğine doğru enine boyuna öğrenmiş insanların, yaşları ilerledikçe, bu şehrin güzelliklerinin sonsuz olduğu kanaatine varacaklarından emindi. Elbette hayran olduğu bu güzelliklerin sonsuza kadar yaşamasını istiyor, bu aziz şehrin hoyratça tahrip edildiğini gördükçe çok üzülüyordu. Bedri’ye Mısralar adlı şiirinde, eğer hayata yeniden gelmek mümkün olsa ve kendisine ikinci hayatında malikane olarak bir yıldız verilse, bu büyük iltifata bigane kalacağını ve İstanbul’a dönmek isteyeceğini söyler. Böyle bir dönüş mümkün olsaydı Yahya Kemal, İstanbul’un bugünkü halini görür görmez dönmekten vazgeçerdi.”

“Kültürün varlık şartı sürekliliktir”

Yahya Kemal’in düşünce dünyasının anlaşılmasında süreklilik fikrinin kritik bir yer işgal ettiğini dile getiren Ayvazoğlu, Kemal’in kültür ve geleneğe bakışını şekillendiren temel unsurun süreklilik olduğunu belirtti.

Ayvazoğlu, Yahya Kemal’e göre geçmişle gelecek arasındaki ilişkinin doğru bir şekilde kurulması gerektiğini vurgulayarak, “Yahya Kemal ve onun düşüncesini zenginleştirip çeşitlendirerek devam ettiren Ahmet Hamdi Tanpınar hayati bir ilkenin altını çizdiler: Kültürün varlık şartı sürekliliktir. Biri bunu ‘imtidad’, diğeri ise ‘devamlılık’ kavramı ve devam ederek değişmek, değişerek devam etmek ilkesiyle ifade etmeye çalıştı. Bu sürekliliği herhangi bir şekilde önlediğiniz, kesintiye uğrattığınız takdirde, kültürü beslendiği asıl kaynaklardan koparmış, kendini yenileme, yeniden üretme reflekslerini de yok etmiş olursunuz.” şeklinde konuştu.

Kültürün sahip olduğu değerlerle yol alması gerektiğinin altını çizen Ayvazoğlu, şöyle devam etti:

“Tabii istikametinde gelişmesini sağlayamadığı için kendi içine kapanan ve bazı direniş noktaları arayan kültür, dramatik bir yeraltı macerası yaşamaya başlar ve ilk fırsatta gün ışığına çıkmak üzere varlığını sürdürür. Esasen asırlar içinde oluşmuş bir kültürü ve geleneği hiçbir güç bütünüyle yok edemez. Biraz eşelediğiniz zaman onun derinlerde çalışmaya devam ettiğini fark edersiniz. Ancak geleneğin devamını ve kendini yeniden üretmesini sağlayan müesseseler yok edilip aydın desteğinden mahrum bırakılınca, kültürün yaratıcılığını yitirmesi, hatta tehlikeli bir ayak bağı haline gelmesi kaçınılmazdır. Bugün böyle bir süreç yaşanıyor. Geçmişimizi sırtımızda ağır bir yük olarak geleceğe taşımak için çabalayıp duruyoruz. Halbuki yapılması gereken, onu bir itici güç haline getirmektir. Yahya Kemal hala bunun için çok önemli.”

“‘Görüyorsunuz ya beyler, Yahya Kemal Bey’in vehmi sizin ilminizi mağlup etti!'”

Beşir Ayvazoğlu, Kemal’in “Bu dil ağzımda annemin sütüdür” dediğine işaret ederek, “Yahya Kemal, kendi zevki ve anlayışı istikametinde, Türkçenin sadeleşmesine emek vermiş şairlerden biriydi. İlk şiirlerindeki Servet-i Fünun Türkçesinden Paris’te Nev-Yunaniliğe ilgi duymaya başladıktan sonra uzaklaştı. Jose Marie de Heredia’yı okurken Yunan ve Latin şiirlerinin de zevkine vardığını, öteden beri aradığı Türkçenin bu şiirlerdeki beyaz lisan gibi bir şey olduğunu söylüyor, eski şairlerin berceste mısra denilen, ‘Ağlarım hatıra geldikçe gülüştüklerimiz, Bugün şadım ki yar ağlar benimçün’ gibi çok sevilen mısraların güzelliğini böyle bir Türkçeyi bulmalarına bağlıyordu. Bir mülakatında, Horace ve Tacite gibi Latin yazarlarıyla onları hazırlayan Sophocle ve Theocrite gibi eski Yunan yazarlarını okuyup anladığı zaman, kendi ana dilinin gözlerine beyaz bir mermer gibi göründüğünü belirterek, ‘Hissettim ki, asıl Türkçeyi dokuz yüz seneden beri yaza yaza değil, söyleye söyleye oluşturmuşuz.'” ifadelerini kullandı.

Yahya Kemal’in, Türkçe üzerine geliştirilen dil politikalarına mesafeli durduğunun altını çizen Ayvazoğlu, şunları söyledi:

“Yahya Kemal, Beyaz Türkçe derken, Cemil Meriç’in ifadesiyle, parazitlerden kurtulmuş, yalınkılıç sadeliği içinde, muhteşem ve ihtişamı içinde sade bir dile duyduğu hasreti dile getiriyor ve böyle bir Türkçeye ulaşmaya çalışıyordu. Zaman zaman Hamdullah Suphi’den aldığı ‘Çıplak Türkçe’ tabirini de kullanırdı. Uydurmacılığa hiçbir zaman iltifat etmedi ve bu yüzden en büyük hayranlarından biri olan Nurullah Ataç’ın dostluğunu kaybetti. 1930’ların başındaki dil devrimine Atatürk tarafından davet edilmiş fakat bu teveccühe teşekkür ettikten sonra, ‘Lütfen Paşa hazretlerine arz ediniz, benim dilde ilmim yok, yaşayan Türkçeye karşı bir vehmim vardır. Ben bu vehmimle baş başa kalmak istiyorum. Beni affetsinler!’ demişti. Bu dil çalışmalarının yarattığı çıkmazdan kurtulmak için Atatürk tarafından Güneş-Dil teorisi ortaya atılınca, daha önce Türkçeyi yabancı kelimelerden arındırmak için ter döken alaylı dilciler, bu sefer bu kelimelerin Türkçe olduğunu ispat etme yarışına girmişti. Bunun üzerine Atatürk’ün bir toplantıda ‘Görüyorsunuz ya beyler, Yahya Kemal Bey’in vehmi sizin ilminizi mağlup etti!’ dediği söylenir.”

Diyarbakır escort
mardin escort
bursa escort
adana escort
izmir escort
ekmel ekmel
Şişli escort